Handan mailleri gönderdikten sonra balkona çıktı ve ayakta
dururken dışarıyı izlemeye başladı. Bir süre bu şekilde yaşadıklarını düşündü,
telefonun çalmasıyla bir anda dalgın halinden kurtuldu. “Yoksa gideceğimi mi öğrendin” diyerek açtı
telefonu. Karşıdaki ses, “Aaa… ben de bil bakalım şu an elimde ne var diye
soracaktım ama senin soru daha ilginçmiş… Hayırdır? Nereye gidiyorsun bakalım?”
dedi. Handan gülerek, “elinde ne
olduğunu söylersen düşünürüz şekerim” diye cevap verince gülüştüler.
“Yaklaştın!” Dedi telefondaki ses. Handan birkaç saniye
sessiz kalıp, “yaaa!.. Badem şekeri mi
Nilay?..” dedi.
Nilay, Handan’ın çocukluk arkadaşlarından biriydi, iç
mimarlık yapıyordu.
“Evet canım, ne zaman görsem aklıma sen geliyorsun. Şimdi söyle
bakalım nereye gidiyorsun?” Diye sorarken, telefonun diğer ucundan çekmece açıp
kapatma sesleri gelmeye başladı. Bu seslerden durumu anladı ve “Sende mutlaka
vardır diye söyledim, yoksa söylemezdim. Canın çekmiştir şimdi, üzüldüm bak,” dedi
Nilay.
Handan derin bir
nefes alarak “Olmadığını biliyorum ama yine de şansımı bir deneyeyim dedim.
Neyse, konuyu değiştireyim en iyisi” dedi ve yine güleç bir sesle “yoksa çıkıp
nöbetçi badem şekercisi bulmak zorunda kalabilirim,” dedi. Gitme hikayesini
bütün detayıyla anlatmaya başladı. Nilay anlatılanları çok ilgi çekici buldu ve
“Ben de gelmeyi çok isterdim, ama bitirmem gereken bir sürü iş var. Hatta şu
anda bir yandan seni dinlerken, bir yandan da -“ Derken ses birden kesildi.
Nilay’ı tekrar aradı Handan ve operatörün “aradığınız kişiye şu anda
ulaşılamıyor” sesini duydu. Bir an gözleriyle odayı taramaya başladı. “Bir şey
mi oldu acaba?” diye düşünürken konuşmalarının uzun sürdüğünü hatırladı ve “Muhtemelen şarjı bitmiştir” diye mırıldandı.
Tekrar Balkona doğru yönelirken telefonu çalınca hemen açtı
ve “Şarjın bitti değil mi? Bensiz badem şekeri yersen böyle lafın yarım kalır,”
dedi ve gülüşmeye başladılar.
Bir an gülüşüne eşlik eden sesin Nilay’a ait olmadığını
anladı ve telefonu uzaklaştırarak ekrana baktı.
Ekranda Tekin yazısını görünce telefonu tekrar kulağına
götürdü. Bir yandan gülerken “doğru zamanda aradım galiba. Kim bu sensiz badem
şekeri yiyen yaramaz,” dedi Tekin.
Handan’ın yüzünden utangaç bir tebessüm belirdi. “Nilay ’la
konuşuyorken telefon kapandı, sen arayınca o sandım,” dedi.
“Ben de Anser’i araştırmaya başlar başlamaz enteresan bir
şey öğrendim, o yüzden aradım seni. Yakın zamanda ispanyadaki müzeden çalmaya
çalışmışlar, haberin var mıydı bundan?”
“Hayır,” dedi Handan. “Daha cevabını bulamadığımız bir sürü
şey varken yenileri ekleniyor. Kimin ne işi olabilir ki acaba?
Bu konu devam ederken yirmi dakika kadar olmuştu ki, birden
konuyu değiştirip “aklıma gelmişken, senin kapının önündeki paspası ne yaptın?
Geçen geldiğimde yoktu,” dedi Tekin.
“Hangi paspas?” diye sordu Handan.
Tekin ciddi bir tonla, “Senin kapının önünde kaç tane paspas
var?” dedi.
Handan’ın kafasında soru işaretleri dolanırken, kendinden
emin olmayan bir ses tonuyla “Hayır ya, olmasa bugün geldiğimde fark ederdim
herhalde,”
“Bir bak bakalım” dedi Tekin.
Handan kapıya doğru hızlı adımlarla yürüdü ve acaba
yanılıyor muyum düşüncesi ile kapıyı açtı.
“İnanmıyorum ya… nasııll?” dedi
Tekin o sırada gülerek “söylemiştim ben sana, gördün mü?”
“Teşekkür ederim…
bugün daha iyi bir sürpriz olamazdı herhalde…
E peki sen neredesin,” dedi Handan. Başını dışarıya doğru
uzatıp sağa sola baktı, sonra eğilip kapının önünde duran şeffaf kapaklı, içi
badem şekeri dolu kutuyu aldı.
“Hani neredesin? Hem sen ne ara geldin?“ dedi.
“Sana afiyet olsun, ben ayrıldım bile,” dedi Tekin.
Handan o sırada kapıyı kapatırken “aklıma ne geldi biliyor
musun?”
“Evet,” dedi Tekin.
Handan Tekin’in boş bir anına denk geldiği için söylediğini
düşünerek tebessüm etti. “Söyle bakalım o zaman”
Durgun bir sesle, “Handan,
sana bir şey itiraf edeyim mi?” dedi Tekin. Handan’ın telefonundan gelen
seslerden badem şekerini yemeye başladığı belli oluyordu.
“O hatırladığın şey var ya, “Hani lise zamanlarımızda bana
bahsettiğin, her haftanın bir günü kapına bir not ile birlikte bırakılan
çiçekler…
Badem yeme sesi birden kesildi. “Sanıyorum bu olayı ne kadar kolay hatırladın
diye sormam biraz safça kalacak. Peki neden daha önce söylemedin bunu ya da
neden birden her şey kayboldu?”
Tekin birkaç saniye sessiz kaldı ve “söyleyemedim çünkü en
azından seninle sohbet edebiliyordum. Bir daha görememe riskine giremezdim.”
Ama artık çiçekleri göndermemin sebebi tabii ki bu değildi. İçinde ben olmasan bile, birazcık olsun mutlu
olmana sebep olmak, seni mutlu görmekti amacım.
Göndermemin sebebi buydu ama artık gönderemeyişimin nedeni daha farklı
tabi…”
Handan’ın merakı
kendini geçmişin sokaklarında gezdiriyordu. “Neydi?” diye sordu.
“O zamanlar hafta başladığı zaman, çiçeği bırakacağım zamana
kadar benim için çok telaşlı geçiyordu. Bir yandan en mutlu olmanı sağlayacak
cümlelerin ne olması gerektiğini seçmeye çalışırken, bir yandan da hangi çiçekler
seni daha mutlu eder, sıradanlığın dışına çıkar diye; bırakmadan önce defalarca
o anı tekrar tekrar yaşıyordum…
Mert ağabeyin o
zamanlar iş için yurt dışına çıkmamıştı henüz, beraber yaşadığınız zamanlar... Her seferinde farklı bir gün bırakıyordum ki
sana ya da ağabeyine yakalanmayayım. Sanıyorum o’da yirmi beş yaşlarındaydı. İşe
gidiş saatlerini bile ezberlemiştim. Muhasebecinin yanındaydı o zamanlar. Çiçeği
bırakmak için son geldiğim gün bir saat fazladan bekledim ama çıkmamıştı Mert
ağabeyin. O güne kadar da hiç geç
çıktığını görmedim, herhalde ben gelmeden önce çıktı diye düşündüm. Pencereye
bakındım orada mısın diye, çünkü bazen pencerede oluyordun. Hazırladığım çiçeği
ve kâğıtta yazan dörtlüğü usulca kapının önüne bıraktım. Arkamı dönüp tam üçüncü adımımı attım ki
apartmandan sesler geldi, ben de geri almak için fırsat olmayacağını anlayınca
kendimi yan bahçeye attım.” Handan
merakla devamını dinlerken hiç sesi çıkmadığı için, Tekin bir an kendi kendime
anlatıyor olabilir miyim acaba diye “orada mısın?..” dedi.
“Ben bulmadığıma göre, kimdi söylesene? hadi meraklandırma,”
dedi Handan.
“Ne yazık ki Mert ağabeyin buldu,” dedi Tekin. “Çiçekle
kâğıdı yerden aldı, sağına soluna baktı, sonra dönüp sizin binaya doğru baktı. Yüz
ifadesinden anladığım kadarıyla, sanki kimin için olabilir diye düşündü, senden
başka biri olamayacağı için de muhtemelen yukarı çıkacaktı ama geç kaldığı için
erteledi.
Handan bu işte bir yanlışlık var diye düşündü ve “Öyle bir
şey olsa mutlaka haberim olurdu, çünkü
Mert Ağabeyim böyle bir şeyi asla es geçmez, mutlaka gelip
sorardı. Kaldı ki apartmanda benden başka genç kız da yoktu ki. Emin misin Tekin?”
Tekin gülerek, “daha bitmedi ki,” dedi.
“Başka ne olmuş olabilir ki? Gidip Handan’a bir şey söyleme
diye tembihlemiş olamazsın ya? Yoksa tehdit mi ettin ağabeyimi?” diyerek güldü.
Tekin de gülerek, “hiç sorma, o anın paniği ile nasıl
çözebilirim diye düşündüm. Her şey bir yana senin üzülmene sebep olmak vardı
bir de işin ucunda… Doğruca eve koştum. Yedekte duran çiçeklerden bir tane
aldım, notun aynısından birkaç tane yazıp içlerinden en güzel yazdığımı
alıyordum genelde, onlardan birini aldım, abinden önce çalıştığı yere vardım ve
kapının girişine aynı şekilde bıraktım. Tabi
anahtarın onda olması da benim için büyük bir şanstı tabi,” dedi.
Handan hayretler içerisinde, “o kadar süre içerisinde bunu nasıl
düşünebildin? işin içinden çıkamamıştır muhtemelen. Kim bilir neler düşündü o
sırada… O değil de bulduğu zamanki yüz halini görmeyi çok isterdim deyince
gülüşmeye başladılar…
“Bu kadar zaman sonra bunları öğrenmek de gerçekten çok
değişik bir duygu,” dedi Handan
“Bir yandan da bu konu hakkında başka ne söyleyeceğini
bilemedi. Bu yoğun duygu geçişleri epey yormuştu Handan’ı. “Belki çok gecikmiş bir karşılık olacak ama, göstermiş
olduğun bütün incelikler için teşekkür ederim,” dedi.
Bu sözü duymak Tekin’i duygulandırdı ve “Geç kalmış değil,
senin her mutlu oluşun, benim için peşin bir teşekkürdü,” diye cevap verdi
Birkaç saniye sessizlik oldu. Handan’ın esnemesi duyuldu
telefondan. “İstersen sen biraz dinlen artık, sonra devam ederiz 0lır mu dedi
Tekin.
İyi geceler dileyip telefonu kapattılar.
Bir hafta boyunca tekin araştırmalara, Handan hazırlıklara
devam etti. Vizeler çıktı ve gidecekleri gün geldi. Handan Tekini aradı ve “Havaalanında
buluşuruz, Fotoğraf makinemin lenslerinden biri orada kalmıştı, almaya fırsat olmadı.
Ben alıp oradan geçeyim,” dedi. “İstersen ben alabilirim orada teslim
edebilecek biri varsa,” dedi Tekin. Handan bir yandan bavulunu indirirken, “hayır,
sen direk geç, ben alırım, hafıza kartını da alacağım, bulamazsınız,” diye cevap
verince “tamam o zaman, orada görüşürüz” deyip telefonu kapattı tekin.
Handan taksi beklerken çantasındaki anneannesinin işlemiş
olduğu yazmayı çıkardı ve çıkmış olduğu bu bilinmez yolculukta kendisini motive
etmesi, aynı zamanda da anneannesini yanında hissetmek için fular olarak
boynuna bağladı.
Taksi şirketin oraya vardı. Handan kapıyı açtı, o sırada
şoföre dönüp” biraz beklerseniz bir şey alıp çıkacağım,” dedi. Taksi şoförü kafasını sallayarak “Tamam abla
sorun yok, bekliyorum.”
Yedi katlı cam giydirmeli bir binanın eksi bir, zemin ve
birinci katları çalıştığı şirkete aitti. En alt katı stüdyo olarak
kullanılıyordu, giriş kat toplantı odaları ve ekipmanlar, üst katta da çalışma
masaları vardı. Patron Yüksel beyin de aynı kattın girişinde camekan ofisi
vardı. Handan giriş bankosundaki Nihal’e selam verdi. Otuz yaşında, kumral, küt
saçlı ve kahverengi gözleri olan bir çalışma arkadaşıydı. “Sen bugün gitmiyor
muydun,” diye seslendi Nihal. Handan bir yandan merdivenleri çıkmaya başlarken,
“evet canım, bir şey alıp çıkacağım” diye cevap verdi. Üst kata çıktığında,
hemen karşısındaki cam ofis yedi adım uzaklığında duruyordu. Birkaç adım attı o sırada sol tarafında,
elindeki bant ile uğraşan stajyer Sinan’ı gördü. Sinan, sarışın ela gözlü, 1,70
boylarında ama zayıf bir çocuktu. Başını
sağa çevirdiğinde Yüksel beyin biri ile telefon görüşmesi yaptığını gördü ve
oyalanmamak için fark edilmeden geçmeyi deneyecekti.
O sırada gözüne masasındaki fotoğraflar çarptı. Donup kaldı
bir an. Büyütülmüş fotoğraflarda, geçen gün Tekin ve Nisan’la birlikte
yedikleri yemeğin fotoğrafları çekilmiş, hatta balkonundayken çekilmiş
fotoğrafın da yarısı görünüyordu. Bir an “neler oluyor?” diye düşündü Handan. O
sırada yüksel ile göz göze gelmemek için arkasını döndü. Aslında hemen içeriye girip
“bunlar ne!” diye sormak aklına gelse de bu hakkının her zaman olduğunu
düşünerek, gerçeklerin saklamaması için ne konuştuğunu öğrenmek daha mantıklı geldi.
Hem fazla vakti de yoktu. O esnada Sinan fark edince gözleri büyüdü birden. Sinan’ın
gözleri büyüdü ve o sırada Handan’ın çantasında bir şey aradığını gördü. “Yüksel
Bey!” diye seslendi. Masadaki fotokopi çekilmiş kağıtları kaldırıp “bundan kaç
tane olacaktı?” diye sordu. Yüksel bey başını kaldırdığında Handan’ı fark eder
etmez, Fotoğrafların olduğu yere hiç bakmadan arkasını çevirdi ve şaşkın olduğunu
fark ettiği yüz ifadesi tebessüme döndü ve telefondaki kişiye “bir dakika
bekleteceğim,” dedi. o esnada Handan içeri girip, “Yüksek Bey; merhaba. Makinemin lensini unutmuşum, geçerken alayım
dedim. Siz devam edin, çantam bir dakika dursun lavaboya kadar gidip geleyim”
derken; ses kaydı açtığı telefonu yüz üstü sehpanın üstüne, çantasını da
koltuğun üzerine bıraktı.
Yüksel “tamam” anlamında gözlerini kapatıp açtı. Handan lavaboların
olduğu yere gidip biraz oyalandı. Sonra kurutma makinesini çalıştırıp çıktı. Geçerken
masasından makinesinin lensini ve hafıza kartlarını aldı. Yüksel görüşmeyi bitirmiş ayakta bekliyordu.
Handan ofise girince gördüklerini belli etmemek, hem de eski eski samimiyeti
devam ediyormuşçasına ”görüşmek üzere Yüksel bey” diyerek gözlerini çantasının olduğu yere
kaçırdı ve telefonu çantasına koydu, dönerek sahte bir tebessümde bulundu.
Yüksel bir yandan kafasını aşağı yukarı sallayarak, ”güle güle Handan. Üç haftayı
geçmez değil mi? Sensiz yapamayız biliyorsun,” dedi. Handan gözlerini kırparak,
“elbette. Ama uçağı kaçırırsam öyle bir şeye ihtiyaç kalmayacak,” diyerek ofisten
ayrıldı. Taksiye vardığında taksici aracın dışında yaslanarak bekliyordu. “Abla
bu kadar süreceğini söylesen bir iki müşteri daha bırakırdım ben,” dedi. Handan
kapıyı açtı,” işim biraz uzadı kusura bakmayın, zaten taksi metre beklerken de
yazıyor değil mi?” dedi ve kapıyı çekti. Taksi yola çıkarken, hala devam eden
kaydı durdurmak için çantasından telefonu çıkarırken bir eksik fark etti. Kaydı
durdurup tekin i aradı.
Tekin telefonu açınca” neredesin, vardın mı,” diye sordu
Handan.
“Beş dakika sonra oradayım, sen vardın mı yoksa?” dedi Tekin.
Handan iç çekerek,” sana kötü bir haberim var.”
Tekin, sanki gideceklerine mâni bir durum olduğunu
hissederek aracı sağa yanaştırdı, “Ne oldu?” diye sordu.
Baş parmağı ve orta parmağı ile şakaklarından tutarak, “en
önemli şeyi almamışız. Anneanneme gelen mektup evde kalmış. O olmadan adresi bulamayız.
Her şey üst üste geliyor, bir bu eksikti. Ben dönüp alıyorum sen orada
beklersin,” dedi.
“Olmaz!” dedi Tekin. Sen taksiyle bavullarla uğraşırken yetişemezsin.
Senin yedek anahtarın hala su saatinin orada duruyor mu?” diye sordu. “Evet”
dedi Handan.
Tekin hemen aracıyla devam ederek, dönüş yoluna doğru
yöneldi, “Tamam hadi orada görüşürüz” dedi.
“Dur Kapatma!” dedi Handan. Zarfı en son kütüphanedeki Darası
alınmış Mutluluklar kitabının içine koymuştum,” dedi.
“Tamam,” dedi Tekin. “İyi ki söyledin.”
Handan havaalanına vardı, güvenlikten geçtikten sonra sıraya
girdi ve telefonu çıkarıp Tekin’i aradı.
Telefon defalarca çaldı ama Tekin bir türlü cevap vermedi. Çünkü, o esnada patlamış tekerine çözüm
üretmeye çalışırken telefonu araçtaydı. Tekin, Handan’ın “bugün her şey ters
gidiyor” sözüne artık kendisi de katılıyordu ama Handan evhamlanmasın diye durumu
söylemeden çözmeye çalışıyordu.
Tekin sorunu çözdü ama zaman olmasını istediği kadar geniş
değildi. Handan’ın cevapsız çağrısını görünce
geri aradı. O sırada Handan da Nisan’la konuştuğu için meşgul çaldı.
O konuşmada Handan Nisan’a “Ben bindim bile. Benim yüzümden
yetişemeyecek galiba. Aradım ama koşuştururken duymuyor sanırım. Acaba insem mi
ben de?” dedi.
“Olur mu öyle şey, iki bileti de yakmaya ne gerek var. Yetişemezse
peşinden gelir, yapacak bir şey yok. Hem ben de ararım şimdi, belki de
varmıştır. Uçağa alırlarsa tabi,” dedi Nisan
“Tamam bekliyorum o zaman” derken, aklında da telefon ne
kaydetti acaba diye geçti.
Handan ses kayıtlarını açarken, Tekin de o arada meşgul
çaldığı için mesaj gönderiyordu Handan’a…
Ses kaydını başlattı.
“Dakika dursun, lavaboya kadar gidip geleyim” diye kendi cümlesinin sonuyla
başladı kayıt. Peşinden sehpaya koyarken çıkan hışırtılı sürtünme sesi geldi. Sonra “hıhı” diye yüksel in sesi geldi derinden.
Tekrar “Hıhı” diye bir ses geldi ama bu ses daha net duyuldu.
Birkaç saniye sonra aynı hışırtı sesi peş peşe duyuldu.
Handan sesin neden bu şekilde olduğunu düşündü ve şüphelerinde haklı olduğunu
anladı. Bu sırada Handan’ın “görüşmek üzere Yüksel bey” sözü duyuldu ki- o
esnada uçak kalkışa geçeceği için telefonların kapatılması istendi.
Dudaklarını içe büküp “yetişemedi,” dedi. Mecburen telefonun
kapatma tuşuna basılı tuttu
Ve tam kapanırken bir mesaj iletisi yazdı.
Uçak kalkışa geçti ve Handan, “maceraya gidiyoruz dedik ama
asıl macera buradaymış” diye düşündü.
Sonunda beklediği an gelmişti Handan’ın. İspanya’ya iniş
yapmıştı Uçak ama düşündüğü şekilde gelişmemişti hiçbir şey.
İner inmez çantasını açtı ve içinden mp3 ünü çıkardı. Kulaklığı
taktı ve play tuşuna bastı. Bir yandan bavullarını almak için yürüyordu, bir
yandan da dinliyordu.
Kulaklıktan, “Yüksel Bey! bundan kaç tane olacaktı?” diye
ses geldi.
İşi riske atmamak için çantasını kurcalarken Mp3 ün kayıt madunu
da açmıştı Handan.
Sonra kaydı ileri alıp hışırtının olduğu yere aldı. “Hıhı”
diye ses geldi yine önce, sonra daha yakından bir “Hıhı” sonra “Şaduman Hanım
Handan geldi! Bilmiyorum, havaalanında olması gerekiyordu ama makinemin lensini
unuttum dedi. Bu arada sanırım fotoğrafları gördü. Çünkü buraya telefonunu
kayıt modunda bırakmış. Lavaboya gidip
geleceğim dedi. ben konuşmadan önce durdurdum merak etmeyin ama çıkabilir
şimdi. Ben sizi sonra ararım efendim” sesi duyuldu ve bir süre sonra
“görüşmek üzere Yüksel bey” sesi duyuldu. Handan işittikleri karşısında
nasıl bir şeyin içine düştüğünü anlayamadı birden. ”Ben Yüksel’le nerede tanıştım?” diye düşündü ve aklına sanat
galerisinde tanıştığı geldi. Ve bu arada düşündü ki, “Şaduman isminde tanıdığı
tek kişi halasıydı”
Bir yandan yürürken bir yandan da Mp3 ü tutan elleri
titriyordu. Bavullarını alacağı yere geldi. Beklerken karşı tarafta, 40 yaşlarında
hasır şapkalı, turuncu gömleğinin arasına gözlüğünü iliştirmiş bir adam gözlerini
dikmiş ona bakıyordu. Sanki boynundaki fular dikkatini çekmiş gibi hissetti. Rahatsız
oldu ve yan tarafa doğru geçti. O sırada telefonunu çıkarıp, orada birini
bekliyor, telefonla konuşacakmış gibi davranmak istedi. Telefonunu açtı, son
mesaj Tekin’den gelmişti.
Mesajı açtı. “Handan evine birileri girmiş” |