Sonra dayanamıyorsun. Herşeyi içine atmaktan yavaş yavaş tükendiğini hissediyorsun. ``Seni çok iyi anlıyorum`` diyen herkesin, seni anlamadığını görüyorsun. En yakınından uzaklaşıyorsun. Yapabildiğin en iyi şeyin yazmak olduğunu görüyorsun. Yazıyorsun... Herkesten saklasan da, gizlesen de tükeniyorsun. Hani o dışarıya verdiğin mutluyum imajı var ya, içini yiyip bitiriyor. Biri gelse ve gerçekten de tam anlamıyla yanında olsa, düzeleceksin gibi geliyor, ama o kadar çok yenilgiye uğradın ki sevmede, değer vermede, bir yanın hep kimseye güvenme diyor. O yanına yenilmeye başladığın zaman, asıl acıları tatmaya da başlıyorsun. İşte o anlar kalbinin, aklını yendiği anlar oluyor. Ve benim kalbim aklımı hep yeniyor... Değer vermekte bir sorun yok da, aynı önemi, ilgiyi, sevgiyi, değeri göremeyince başlıyor asıl sorun. Asıl sorunlar, asıl canını yakanlar oluyor. Birde yitirdiklerin var. Dönülmez yolda bıraktıkların, geri dönmeyeceğini ezberlediklerin. Hani herşeyde derler ya ``hayat devam ediyor``... aynen öyle. Ne giden geri geliyor, ne kalanlar değerini biliyor, ne de sen o aynada baktığın insan olarak kalabiliyorsun. Sen sadece günden güne hissizleşiyorsun...
alıntı... |
Gün gelir şikâyetçi olduğun her şeyi özlersin. Nefret ettiğini düşündüğün şeylerin aslında sevdiğin şeyler olduğunu fark edersin. İşte bunun adı pişmanlık... Eğer pişman olduğun şey bir daha düzeltemeyeceğin bir şeyse bu vicdan azabına dönüşür. Ve inan bununla asla baş edemezsin... Yani bir hiç için hayatının insanını kaybetme. Çünkü bir kere kaybedersen, bir daha asla sahip olamazsın. Yol girer araya... Zaman girer... Sonra başka birileri... Sonra ne kadar pişman olursan ol, bir daha asla olmaz eskisi gibi... Unutma ki nasip bir tanedir. Sevdiği yanındayken şükretmeyi bilmeyeni, Allah, ayrılınca “geri dönsün” diye yalvartmasını da bilir... |