ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
sohbet, okey, tavla, chat
18 Mayıs 2024, Cumartesi 11:11   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  manolya41> Forum Mesajları
    manolya41'e ait Toplam 9827 Forum Mesajı var
<<1...100...200...300...400...500...600...700...784785786787788789790791792793794 795796797798799800801802803804...900...983>>


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Özgürlük İçin Dört İşlem!.. (Senai DEMİRCİ)>
  25.May.2008 Pzr 20:06:05
fiogf49gjkf0d
Özgürlük için dört işlem!.. (Senai DEMİRCİ)


Kendini kendinle topla

Herkes biliyor ki:
Herkes için her şey olamazsın
Her şeyi bir anda yapamazsın.
Her şeyi mükemmel yapamazsın.
Her şeyi herkesten iyi yapamazsın.
Sen de herkes gibi bir insansın.

Öyleyse:
En azından, birisi için önemli bir şey ol.
Bir anda sadece bir şey yap.
Bir şeyleri hep eksik bırakacağını hatırla.
Bir şeyi herkesten iyi yapmaya bak.
Böylece hiç kimsenin “senin gibi” olamadığını gör.
Herkesin herkes gibi olmaya çalıştığı yerde,
sen “sen” ol, böylece herkesten daha iyi ol.

Kendini kendinden çıkar

Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Yaşın kaç ise, bir o kadar rakamı yaşından çıkar ki geriye sıfır kalsın. Hayata başladığın güne git. Doğduğun gün ağzından çıkan ilk çığlığı hatırla. Şu anda yaşadığın şehirde bir günde yüzlerce, binlerce bebek doğuyor. Hepsi de bir çığlıkla karışıyorlar hayata. Kendine bir sor; onların doğması ne kadar umurunda? Ne kadar önemsiyorsun uğramadığın bir yerde, tanımadığın bir kadının tanımadığın/tanımayacağın bir bebeği doğurmasını? Doğduğu gün işte sen de böylesine umursanmaz biriydin. Şükür ki yanı başında annen baban vardı da, dünyaya ilk acemi bakışlarına şefkatli bakışlarıyla karşılık verdiler. Elinden tuttular, ninni söylediler, büyüttüler, beslediler seni.
Seni önemli kılan onların sevgisiydi. O sıralar seni ne Nike tanıyordu, ne Coca-Cola önemsiyordu, ne de LCW düşünüyordu. Seni önemeyenler, üstünde hiçbir şey olmadığı halde önemsiyordu seni. Seni sadece sen olduğun için seviyorlardı.

İstersen doğduğun günden biraz daha geriye gidelim. Birkaç ay daha geriye.. O zamanlar annenin karnında karanlıklar içindeydin. Sadece onun fark ettiği, onun hissettiği biriydin. Oracıkta kala kalsaydın ya da hiç çıkamasaydın, kimse önemsemeyecekti seni. Bildiğin bütün markalar seni hesaba katmadan satmaya devam edecekti, sevdiğin bütün reklamlar seni düşünmeden oynayıp duracaktı.
Bir de şöyle düşün: Sen “içerideyken” henüz gözlerin tamamlanmamıştı; gözlerinin olmadığını gören, gözlerinin olması gerektiğini düşünen, gözlerini olması gerektiği gibi olması gereken yere koyan ne annendi, ne babandı, ne de kendindin. Sana sorulmuş olsaydı, henüz ışığı bile tanımadığın için gözlerine ihtiyacın olmadığını söylerdin. Sana sorulmuş olsaydı, henüz yolları, bahçeleri, kaldırımları, vitrinleri görmediğin için ayaklarıma gerek yok derdin. Belki ellerini bile istemeyecektin. Belki yüzünü bile gereksiz görecektin. Şimdi bir düşün seni önemli kılan, gözlerinin önüne taktığın gözlük mü, ayaklarına geçirdiğin ayakkabı mı, ellerine taktığın eldiven mi, boynuna doladığın atkı mı?

Birkaç ay daha geriye gidelim. Henüz iki hücreden ibaretsin. Annen bile farkında değil varlığının. İki hücre hâlâ daha nasıl olduğunu anlayamadığımız bir hızla, olağanüstü bir düzenle çoğalıp ayrışmasaydı da, anne rahminden düşüverseydin kimse fark etmeyecekti seni, kimsenin fark ettiği biri olmayacaktın. Hatta, bir adın bile olmayacaktı.

Hiç doğmasaydın, şu an aramızdan eksik olacaktın. Ama eksikliğini bile fark etmeyecektik. “Caner şimdi burada olsaydı!” bile diyemeyecekti annen baban ve sınıf arkadaşların. Çünkü olmayacaktın ve olmadığın için de olmadığın fark edilmeyecekti. Örneğin “Sümeyye seni ne kadar özledim!” diyen bir arkadaşın olmayacaktı. Çünkü hepten eksik olduğun için arkadaşın eksikliğini çekmeyecekti.

Senin anlayacağın hiç var olmamak ölmekten beterdir. Öldüğünde hiç olmazsa, ardın sıra ağlayanların olur, eksikliğini çekenler olur, özleyenlerin olur. Ama hiç yaşamadığında, hesaba katılmazsın, sözün bile edilmez.

İşte şimdi hesabını yeniden yap; kendini kendinden çıkar. Geriye sıfır kaldığında, yani sen adı bile olmayan bir hücre topluluğu olduğunda seni önemseyen kim olabilir? Tanıdıkların içinde öyle biri var mı? Sevdiklerin arasında seni hiç yokken seven biri var mı? Örneğin, yüzün ortada bile değilken yüzünü özleyen biri var mı?

Nasıl olabilir ki? Seni en çok sevenler bile seni sen varolduğun için sevdi. Şimdi sen, seni sen yokken bile seven birini düşünmek istemez misin? Seni sen var olduğun içen sevenleri hatırladığın kadar, seni sevdiği için var edeni hatırlamak istemez misin?

Kendini kendinle çarp

Bu sabah aynaya bir bak. Bakalım kimi göreceksin. Elbette yeryüzündeki bütün insanlara benzeyen bir insan yüzü. Kaşları, gözleri, yüzü, burnu, kulakları, saçları ile sen de herkes gibi bir insansın. Ama aynada herhangi bir insanı görüyor değilsin. Kendini görüyorsun. Tümüyle sana özel, sadece senin için yaratılmış bir yüz görüyorsun. Yani senin yüzün gibi başka bir yüz yok. Onun için yüzüne bakanlar seni, sadece seni görüyorlar. Seni tanıyanlar yüzünden tanır, sevenler yüzünü sever. Herkese benzeyen birini değil. Bütün zamanlarda, senin yüzün gibi bir yüz olmadı, senin yüzün gibi bir yüz olmayacak.

Şimdi tekrar düşün. Sen, en azından yüzüne bakarak anlayabileceğin gibi, seni yaratan için bir tanesin, biriciksin, çok özelsin. Aynaya bakıp yüzünü gördüğünde, hep bunu hatırla. Sen hayran olduğun birilerine benzediğin için önemli değilsin. Sen şarkılarını severek dinlediğin şarkıcı gibi konuştuğun için özel değilsin. Sen giydiğin ayakkabı sayesinde, tuttuğun takımın başarıları yüzünden, tişörtünün üzerinde yazan marka için biricik değilsin. Sen, sadece “Sen” olduğun için önemlisin. Seni biricik, bi’tanecik ve özel olarak yaratan, yaşatan bir Yaratıcı seni önemsediği için önemlisin.

Kendini kendine böl

Etrafına bir bak. Ne kadar çok insan ne kadar çok şey peşinde koşuyor. Çok para, çok mal, çok yer, çok iş, çok yemek, çok araba, çok tatil, çok çok… Ne kadar telaşla yaşıyorlar. Herkesin çok acelesi var, çok telaş içindeler, çok koşturuyorlar, hep bir yerlere yetişmek istiyorlar. Durup kalsalar kaybedecekler sanki.. Koşturmasalar ellerindekileri düşürecekler gibi.
Şimdi bir de kendine bak. En çok ne mutlu ediyor seni? Kimler sana gerçek dostluk yüzü gösteriyor? Kaç sahici arkadaşın var? Kaç sırdaşın var? Çok az şey mutlu ediyor seni. Dostların pek az. Arkadaşlarının ve sırdaşlarının sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Bazen sadece nefes almak seni mutlu etmeye yetiyor. Özlediğin bir dostunu görmek, özlediğin bir sahilde yürümek, sevdiğin bir yiyeceği yemek, sevdiğinin iki gözünün içine içine bakmak mutlu ediyor seni. Hepsi az şeyler.. Çok az şeyler…

Şimdi geri dön. Dur ve yeniden bak. Meydanlarda koşturan insanların aradıklarını bir düşün. Merdivenleri telaş içinde tırmanan, otoyolları son hızla tüketen kalabalıkların neyin peşinde olduğunu düşünmeye çalış. Aslında onların çoğu senin çoktan bulduğun çok az şeyin peşinde. Ama çok koşturdukları için bir türlü durup kendilerine soramıyorlar. Yazık ki aradıklarını sandıkları şeyi bulduklarında da tanımayacaklar.

Sen senin için önemlisin. Biricik olduğun için önemlisin. Kendini başkalarıyla kıyaslamayı bırak. Kendini kendinle kıyasla. Kendini başkalarının yaşadıkları ile tanımlamak yerine kendi yaşamınla tanımla. İçinde başkasının plağı çalmasın. Kendi sesinle konuş. Kendi yüzünle bak hayata. Kendini önemli bilerek yürü sokaklarda.

Nefes alıp verebildiğin için, güneşe çıplak gözle bakabildiğin için, rüzgârı hissedebildiğin için mühimsin. Yaratıldığın için önemlisin. Kendini kendine bölersen, eline tam tamına bir 1 geçecek. Ne yarımsın, ne eksiksin, ne de kimselerin seni tamamlamasına ihtiyacın var. Sen mühimsin.

Senai Demirci


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Madem Ki Ölümün Önüne Geçilemez..>
  25.May.2008 Pzr 20:01:26
fiogf49gjkf0d


alıntı


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Madem Ki Ölümün Önüne Geçilemez..>
  25.May.2008 Pzr 20:00:53
fiogf49gjkf0d

Hayat kendiliğinden ne iyi ne fenadır, ona iyiliği ve fenalığı katan sizsiniz.
Bir gün yaşadıysanız her şeyi görmüş sayılırsınız.
Bir gün bütün günlerin eşidir.
Başka bir gündüz, başka bir gece yoktur.
Atalarınızın gördüğü, torunlarınızın göreceği hep bu güneş, bu ay, bu yıldızlar, bu düzendir...


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Madem Ki Ölümün Önüne Geçilemez..>
  25.May.2008 Pzr 20:00:31
fiogf49gjkf0d

Hayattan edeceğiniz kârı ettiyseniz, doya doya yaşadıysanız, güle güle gidin.
"Niçin hayat sofrasından, karnı doymuş bir davetli gibi kalkıp gidemiyorsun?
Niçin günlerine, yine sefalet içinde yaşanacak, yine boşuna geçip gidecek daha başka günler katmak istiyorsun? - Lucretius."


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Madem Ki Ölümün Önüne Geçilemez..>
  25.May.2008 Pzr 20:00:03
fiogf49gjkf0d


Yaşadığınız her an, hayattan eksilmiş, harcanmış bir andır.
Ömrünüzün her günkü işi, ölüm binasını kurmaktır.
Hayatın içinde iken ölümün de içindesiniz, çünkü hayattan çıkınca ölümden de çıkmış oluyorsunuz.
Ya da şöyle diyelim isterseniz; hayattan sonra ölümdesiniz, ama hayatta iken ölmektesiniz.
Ölümün, ölmekte olana ettiği ise, ölmüş olana ettiğinden daha acı, daha derin, daha can yakıcıdır


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Madem Ki Ölümün Önüne Geçilemez..>
  25.May.2008 Pzr 19:59:33
fiogf49gjkf0d

Madem ki ölümün önüne geçilemez, ne zaman gelirse gelsin.
Sokrates e; "Otuz zalimler seni ölüme mahkum ettiler" denildiği zaman: "Tabiat da onları!" demiş.
Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık!


Nasıl doğuşumuz bizim için her şeyin doğuşu olduysa, ölümümüz de herşeyin ölümü olacaktır.
Öyle ise, yüz sene daha yaşamayacağız diye ağlamak, yüz sene önce yaşamadığımıza ağlamak kadar deliliktir.
Bu hayata gelirken de ağladık, eziyet çektik, bu hayata da eski şeklimizden soyunarak girdik.
Başımıza bir defa gelen şey, büyük bir dert sayılmaz.
Bir anda olup biten bir şey için bu kadar zaman korku çekmek akıl karı mıdır?
Ölüm, uzun ömürle kısa ömür arasındaki farkı kaldırır, çünkü yaşamayanlar için zamanın uzunu kısası yoktur.
Aristo, Hypanis ırmağının suları üstünde bir tek gün yaşayan küçük hayvanlar bulunduğunu söyler.
Bu hayvanlardan, sabahın saat sekizinde ölen genç, akşamın saat beşinde ölen ihtiyar sayılır.
Bu kadarcık bir ömrün bahtlısını, bahtsızını hesaplamak hangimizi gülünç etmez?
Ama sonsuzluğun yanında, dağların, şehirlerin, yıldızların, ağaçların, hatta bazı hayvanların ömrü yanında bizim hayatımızın uzunu, kısası da o kadar gülünçtür.



Tabiat bunu böyle istiyor.
ize diyor ki: "Bu dünyaya nasıl geldiyseniz, öylece çıkıp gidin."
Ölümden hayata geçerken duymadığınız kaygıyı ve korkuyu, hayattan ölüme geçerken de duymayın.
Ölümünüz varlık düzeninin, dünya hayatının şartlarından biridir.
(İnsanlar birbirini yaşatarak yaşarlar ve hayat meşalesini, koşucular gibi, birbirlerine devrederler - Lucretius).


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Biz De Çocuktuk..>
  25.May.2008 Pzr 19:54:54
fiogf49gjkf0d

Evet biz basardik ve cocuklugumuzu yasadik doya doya...
Evet biz cocuktuk.

Can DÜNDAR


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Biz De Çocuktuk..>
  25.May.2008 Pzr 19:54:19
fiogf49gjkf0d

Hijyenik olmayan pamuklu cocuk bezi ile tahta besik ile buyuduk.
Cocuklar icin guvenli kapaklar, kilitler, elektirik prizleri yoktu ve bisiklete kasksiz binerdik.
Gidecegimiz yere yanimizda bir koruyucu ile degil yalniz giderdik hic bir rizikoyu dusunmeden...

.

Otomobil de cocuk koltugu olmadan ve kemer baglamadan tasirdi bizi.

Cesmeden su icerdik.. Pasta yerdik, ekmek yerdik, sekerli icecekler
icerdik ve fazla kilolarimiz yoktu cunku sokakta oynardik.
3-4 arkadas ayni siseden icerdik ve hicbirimiz olmezdik.

Oyuncak arabalari haftalarca ugrasip kendimiz yapardik sadece fren yapinca nasil iz kaldigini gorebilmek icin.
Problemlerimizi kendimiz cozmeyi ogrendik.


Sabah evden cikip aksam sokak lambalari yanincaya kadar disarida kalabilirdik.
Anamiz gece sokaktan bizi ceke ceke,bagira bagira alirdi.

Kimse bize ulasamazdi cep telefonlarimiz yoktu.

Akillara zarar!
Playstationlar, nintendolar, videolar, PC, 98 kanalli kablo yayini, internet, chat odalari yoktu.

Arkadaslarimiz vardi sokaga cikar ve bulurduk onlari.


Oynadigimiz oyunlarda bazen canimiz yanardi, agactan duserdik, heryerimiz cizilirdi, cesitli kazalar ve yaralar olurdu.
Ama asla haklilik haksizlik kavgasi olmazdi.
Doktora giderdik kimse de sucluluk duymazdi.
Hatirlar misiniz kazalari?
Dovusurduk, itisirdik mor lekeler olusurdu ama biz cabucak iyilesmesini ogrendik.
Agac dallarindan celik comak oynardik birbirimizin gozunu oymazdik.
Komsu bahcesindeki kiraz agacina dalardik.


Bilirmisiniz "dalmayi" meyva bahcesine "dalmayi" dut agaclarinin tepesinde dolasmayi onu sallamayi ve ortunun
uzerinden dut yemeyi bilirmisiniz?

Onceden haber vermeden bisikletle veya yuruyerek bir arkadasimiza gidip zili calardik, iceriye girip saatlerce oynar konusurduk(Dusunebiliyormusunuz
habersiz)
Eger dogru zamanda gelmediysek iceri giremezdik.
O zaman da hayal kirikligini ogrenirdik, herseyin istedigimiz gibi ve istedigimiz zamanda olamayacagini ogrenirdik.

Ogretmenlerin daha cok zamani vardi ve neseliydiler.

Herkes koleje gitmezdi, gitmeyenler aptal sayilmazdi.

Kuafor de olunabilirdi. Sans-talih-kader-kismet sattiniz mi sokaklarda.
Bagira bagira.
Sonra kutudaki gofretleri oturup bir kosede gizlice yediniz mi siz?

Yaptigimiz herseyin arkasinda dururduk ve tutarliydik.

Okulla veya kanunla celiskide oldugumuzda ailemiz bizi
dislar mi dusuncesi yoktu.

Sorumluluk sahibiydik ve herseyi basardik.!!!.."


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >İncir Çekirdeği Nasıl Doldurulur?>
  25.May.2008 Pzr 19:48:39
fiogf49gjkf0d
Karpuz kabuğundan gemiler yüzdürdünüz mü hiç? Yoksa su birikintisinde karaya mı oturdu gemileriniz?



"Yağmur yağsa da sokaklardaki çukurlar su dolsa, tahta parçasından yapılmış yatımı suya indirsem" diye düşünen çocuğun yelkenli gemi hayali gök gürültüsüne bağlıdır. Karpuz kabuğundan gemiler ise yüzmekte mahirse de dengede durmaz.



Ellisine merdiven dayamış Hatice annenin en çok sevdiği meyve, karpuzdan sonra incirdir. Çünkü yemişin tatlısı bal gibidir ve tadına doyum olmaz. İncir narindir, incinmeye gelmez. Hele dar yere hiç sıkışamaz. Rahat ve ferahça taşınmak ister. Bunun için özenle sepete dizilir, araya incir yaprakları konur. Hürmet ister.


Anneanne bahçesinden elleriyle topladığı incirleri torununa yedirmeye çalışmaktadır. "Bak kızım! Bu meyve çok tatlı, çok güzel. Haydi al bakalım, güzelce ye!" İsteksizce alınan incire bir baktı torun, "Anneanne bu çok yumuşak." dedi.

O, bir başka incir uzattı elleriyle. Bu sefer, "Bu çok büyük, ben bunu yiyemem." dedi torun. Anneanne usanmadı, bir başkasını uzattı. Ama torunun incir yemeye niyeti yoktu. Ona da bir bahane buldu. Tabaktaki son inciri elleriyle ikiye bölüp uzattığında ise torun şöyle dedi:

- Anneanne bu incirin içindekiler ne?
- İncir çekirdeği kızım?
- Ben incirin çekirdeğini yemek istemiyorum ama!
- Kızım onların bir zararı yok. İnciri çekirdeklerinden ayıramayız ki?
- Ben inciri çekirdeksiz istiyorum!


4 yaşındaki torun 15-20 dakika incirin çekirdeklerini çıkarmak için uğraş verdi. İncirin çekirdekleriyle oyun bile kurdu. Anneannesinden, dolma yaparken incirin de dolmasını yapmasını istedi.
"Anneanne bu çekirdeklerin içine de dolma yapabilir misin? Ben o zaman bunları yerim." dedi.


İncir çekirdeğini doldurmayacak meselelerden kavgaların çıktığını, ailelerin yıkıldığını, cinayetler işlendiğini duymuştu. Ama ilk defa incir çekirdeğinin içini doldurmasını isteyen bir torunu vardı karşısında. İncirin çekirdeği dolar mıydı, hiç! "Ben o maharette değilim" diye düşündü. Ama bir incir çekirdeğine dünya kadar boş lafı, lüzumsuz gerekçeyi, yeri ve zamanı olmayan sözleri dolduranlara sormak lazımdı, bunu nasıl beceriyorsunuz diye.


- Kızım! Ben incirin çekirdeğinin içine koyabilecek bir şey bulamadım. Ama bence biz incir çekirdeğini doldurmak yerine daha önemli ve güzel şeyler yapalım, olmaz mı?
Torun, "Ne yapalım?" diye baktı.


- Mesela incirin çok güzel reçeli olur. Gel seninle incir çekirdeklerini bal gibi şekere katalım, tatlı mı tatlı, güzel mi güzel bir reçel yapalım, olmaz mı?

İncir çekirdeğini doldurmayacak konuşmaları bir yana bırakıp, incirle ellerinizi yiyeceğiniz enfes bir reçel yapabileceğinizi unutmayın.

ALINTI



manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Japon Sorusu>
  25.May.2008 Pzr 19:40:53
fiogf49gjkf0d
Saygin bir firmada yönetim, ise girmek isteyenlere bir soru
sormus ve soruya en uygun cevabi veren kisiyi ise almislar. Bu soruda
dogru veya yanlis cevap diye bir sey yok, sadece düsünce sistemi
önemli.

Soru su:

Karanlik yagmurlu bir gece, yagmur yagiyor, firtina var, gök
gürlüyor ve siz sabaha karsi 02.00 de tek basiniza issiz bir yolda araba
ile gitmektesiniz. Arabaniz iki kisilik.
Biraz ilerde otobüs duraginda 3 kisi bekliyor.
Birincisi bir doktor, sizi daha önce geçirdiginiz kalp krizinden
kurtarmis.
Ikinci kisi, çok yasli ve hasta neredeyse ölmek üzere olan birisi.
Üçüncüsü, hayatinizin rüyasi, her zaman tanismak için can attiginiz
birisi.
Hava gittikçe kötülesiyor ve arabanizda sadece bir kisiye yer var.
Böyle bir durumda ne yapardiniz?

Soruyu iyice düsünün ve en iyi cevabi verin.

(cevap vermeden alt bölümlere geçmeyin.)








Görüsmecilerden bazilarinin cevabi söyle olmus:

A. Hasta adami en yakin hastaneye götürürdüm

B. Doktor daha önce hayatimi kurtardigina göre onu alirdim

C. Manen düsünürsem tabi ki hasta adami alirdim fakat kendi
gelecegim ve hayatim için, her zaman tanismak istedigim,
hayatimin rüyasini alirdim.

Burada dogru veya yanlis cevap diye bir sey yok sadece her bir kisinin
durumu algilayisi ve ele alisi var

Bu görüsmede cevaplarin % 90 i "yasli adami alirdim" olmus., olmus;
ama sadece bir kisiyi ise almislar.

O kisinin cevabi acaba nasilmis?

(Biraz düsünün ve sonra asagisini okuyun.)









Arabadan inip anahtari doktora veririm, doktor benim
hayatimi kurtardigi gibi yasli kisiyi de hastaneye yetistirip
iyilestirebilir.

Böylece ben de hayatimin insaniyla otobüs duraginda
bas basa kalip onu tanima firsatini elde edebilirim.

Bu cevapla o kisi hemen ise alinmis.

Insanoglu tabii olarak bencildir, bütün verilen diger
cevaplarda kimse arabasini vermeyi akil edememis.
<<1...100...200...300...400...500...600...700...784785786787788789790791792793794 795796797798799800801802803804...900...983>>