Hala Aşksın Sen.. Aşk nedir diye sordular bana, hiç düşünmeden koydum ismini yerine, yazıp yüreğimin elleriyle.. Senli anlamlar yükledim sevda şarkılarının her sözcüğüne, her hecesine. Haykırışlara dönüştüler, içimde bir yerlerde..
Sırılsıklam bir özlemdi, Gözlerimden akan.. Damla damla bir ümitle, İçimde oyalanan… Dokunmanın coşkusuyla, Taştı boşaldı birden.. Saklanamaz bir çağlayışla, Kurtuldu esaretten…
Umutlarım terketmişlerdi beni çoktan oysa. Mutululuklarsa uzaktılar bana, bir o kadar da ulaşılmaz. Yalnızlık bir yağmur misali yağıyordu ruhuma hiç durmaksızın. Zincirleyip yüreğimi, hapsetmiştim ben de ıssızlığıma kendimi. Ta ki ellerin dokununcaya kadar ellerime.. Atıp yüreğimdeki zinciri bir kenara, açtım bütün kapılarımı sana.. Susturup aklımdan geçen bütün düşünceleri, kulak verdim içimdeki çığlıklara..
Evet, sendin beklenen, Evet, sendin istenen, Eksikliği gözlenen, Yokluğunda özlenen Bir yanım hep eksik, hep yarımdı yokluğunda. Neyi özlediğimi, neyi beklediğimi bile bilmiyordum. Neyi aradığımı, neyi istediğimi bile fark etmiyordum. Yollarım vardı benim.. Önümü görmeden, bilmeden nereye varacağını, gittiğim. Bazen hızla koştuğum, bazen yavaş adımlarla yürüdüğüm. Yolların sonu karanlıktı, sen çıkmadan önce yollarıma.
Asabiydim ondandı, Hep mutsuzdum ondandı, Yıllar yılı saklandım, Gözyaşıyla kutlandım…
Bulutların arkasına gizlenmiş güneş misali, korkuyordum sevdaya göstermekten kendimi. Bütün karanlıklarımı çıkarıp aydınlığa, güneşim olup doğdun dünyama. Susuz kalıp kururken ruhum bir toprak gibi, yağmurum oldun, yağdırdın sevdanı üzerime. Cümlelerimin gizli kalmış özneleri, “sen” li oldular, “biz”li oldular.. Umutsuzluklara ait tüm gözyaşlarımı silip, mutluluğa dair damlalar döktüm gözlerimden..
Gidişin de çok ani oldu ya, Gelişin gibi.. İşin doğrusu; Varlığına alışmaktan daha zor oldu, Yokluğuna alışmak. Alıştım mı bilmiyorum, Ama mecbur olduğumu biliyorum. Boşver… Coşkusuda çok güzeldi varlığının, Yokluğunun acısı da, hiç fena değil hani…
Seni görmediğim zamanlarda, hani hiç dokunmadığım günlerde, hani bakışların değmediğinde bile gözlerime, bir an dahi düşünmedim çıkarıp atmayı içimden. Senli kelimelerim çığlığa dönüştüğünde, kaybolduğunda yokluğunun karanlığında, sen duymadığında bile vazgeçmedim sana seslenmekten. Düşlere, hayallere sarılıp, günlerce gecelerce avundum onlarla. Sensizlikte de sevmeyi öğrendim seni.. Hasretini de sevdim.. Seninle herşeyi sevdiğim gibi.. Varlığının heyecanı gibi sahip çıktım, benimsedim yokluğunun acılarına da.. Güldüreni de, ağlatanı da, sevinçler yaşatanı da, hüzünlere boğanı da.. Sana dair, sevdana dair ne varsa, benimdi onlar da…
Soranlara neden böyleyim, Bilmediğimi söyledim. Yalandı bu, Sensizlikti keyifsizlik sebebim. Gelişinle eksik parçam bir anda tamamlandı.. Sende gördüm ya o an, Sevinçten nasılda ağlandı…
Geldiğinde sona erdi tüm acıtanlar, tüm sancıtanlar. Çıplak yüreğinle basıp yüreğime, dindirdin yaralarımın kanayanlarını. Dünyama gelmeden önce kapalıydı gözlerim, açtım gözlerimi, uyandım sevdana. Hiç beklemediğim bir anda, hiç ummadığım bir zamanda tuttun yine ellerimden.. Çıkmazlara doğru giden adımlarımı, döndürüp geriye yürüdüm sana doğru gelen yollara.. Yarım kalmış bir hikayenin bilmediğim bir satırında bıraktığım sevdanı, alıp oradan devam ediyorum kelimelerime.. En güzel dünlerim, en inanılası düşlerimdin sen. Şimdi en yaşanılası bugünlerim, en umut dolu yarınlarımsın benim..
Evet, sendin beklenen, Evet, sendin istenen, Eksikliği gözlenen, Yokluğunda özlenen…
Hep “Aşk” Olarak Kalacaksın Sen.. Yüreğimin Kalemiyle Yazılan, Her Satırımda….
|
Imam ve Bekci
Kasabanın birisinde çapkınlıklarıyla ünlü imam ve bekçi varmış. O kadar zampara imişler ki, uçan dişi sineği bile götürüyorlarmış. Bir gün kasabaya, mesleğinin baharında genç, idealist bir doktor bey atanmış. Genç doktor, hem yakışıklı hem de çok parlak kız gibi bir şeymiş.
Doktoru gören bekçi ile imam, birbirleriyle iddiaya girmişler. Doktoru önce kim götürürse iddiayı o kazanacakmış. Günlerden bir gün, akşam üzeri kasabanın bekçisi doktorun muayenehanesine gitmiş. Doktora rahatsızlığını söylemiş. Doktor, bekçinin üzerini çıkartıp, sedyeye uzanmasını söylemiş. Bekçiyi muayene etmeye başlamış. Elini bekçinin sırtına ve göğsüne sürerken bekçi doktorun elini nazikçe tutmuş;
BEKÇı:"Doktor bey sana birsey söylemek istiyorum"
DOKTOR:"Söyle bakalım"
BEKÇı:"Ben senden hoşlanıyorum. Mümkünse seni birkere yapmak istiyorum"
DOKTOR:"Hay hay neden olmasın. Biz hastalarımızın her türlü ihtiyacını karşılamak için görev yapıyoruz."
DOKTOR:"Yalnız, şimdi akşam üzeridir, insanlar işten çıkmıstır, muayenehaneme uğrayabilirler, sen şu pencereden bir bak bakayim sokak sakin mi, yakalanmayalım." der.
Pencereler yukarıya doğru açılıp alttan mandallanan pencerelerdenmış. Bekçi pencereyi yukarıya doğru kaldırıp başını dişarı çıkartıp sokağa bakmaya başlamış. Tam bu sırada doktor pencerenin mandalını çevirerek pencereyi kapatmiş ve bekçinin başı dışarıda kalacak şekilde bekçi sıkışmış. Doktor bekçinin arkasına geçip pantolonunu indirmiş ve başlamış gidip gelmeye. Doktor gidip geldikçe bekçinin ağzındaki düdük "düüürt düüürt" diye ötüyormuş. Tam bu sırada sokaktan geçmekte olan imam efendi;
ıMAM:"Hayırdır bekçi efendi, o pencerede ne işin var"
BEKÇı:"Bakıyorum asayiş berkemal mi?"
ıMAM:"Sen onu benim külahıma anlat. Ben dün gece sabaha kadar o pencerede ezan okudum" demiş.
|